Köprü insan zihninde fiziksel olduğu kadar metafizik uzantıları olan, soyutları somuta değişkenlik gösteren oldukça önemli bir kavramdır. Köprüler bir geçişin unsuru oldukları için bir yüzlerinde değişimi işaret ederken diğer yüzlerinde ise gelinen yerin bakiyesini üzerlerinde taşırlar.
Bunun yanında bu ihtişamlı yapılar her gidişi dönüş, her dönüşü de gidiş yapma potansiyeline sahiptir. Kısacası köprüler sadece nehirler, ırmaklar ve vadiler üzerinden ulaşımı sağlamaz; insanları ve medeniyetleri birbirine kavuşturur.
Dünden bu günlere ulaşan tarihi köprüyü anlatan en güzel diyaloğ taş ve kemer’dir. Italo Calvionun; Görünmez kentler adlı eserinde Marco Polo gezip gördüğü kentleri Kubilay Han’a anlatmaktadır. Bir seyahatten döndükten sonra, tek tek her taşıyla bir kemer köprüyü anlatır. “ Peki, köprüyü taşıyan taş hangisi? diye sorar Kubilay Han; Köprüyü taşıyan şu taş ya da bu taş değil, taşların oluşturduğu kemerin kavsi, der Marco Polo. Kubilay Han sesiz kalır bir süre, düşünür, sonra ekler; Neden taşları anlatıp duruyorsun bana? Beni ilgilendiren tek şey var, o da kemer. “, Marco cevap verir; Taşlar yoksa kemer de yoktur.” diye anlatır. Dolayısıyla koruma kültürü yoksa kent de yoktur. Bu ikisi arasındaki ilişki, köprüyü var eden, onu ayakta tutan taş ve kemerin birbirinden aldığı güç ve birlikteliktir.
Bizim köprümüz, yitik bir geçmiş ile meçhul bir geleceğin kavşak noktasında. Harşit çayı üzerinde yorgun bir edayla dinlenmekte olan Gümüşhane köprüsü, şehrin iki yakasını birleştirmeye değil, çayı ikiye ayırmaya, onun iki gözünden süzmeye, altından kayarak akmasına engel olmaya ayarlanmış gibi sert bir kaya gibi duruyor. Köprünün iki kemeri mevcut olup, biri yuvarlak, diğeri sivri kemerlidir. Kesme taştan yapılan üç gözlü köprünün tek gözü doldurulmuş. Kalan iki gözünün ortasındaki kitabeye göre Recep 1575’te Ferruh Zat Oğlu Halebî tarafından yaptırılmış. Bu tarih lll. Sultan Murat’ın saltanat günlerine tesadüf etmektedir.
Köprü, altından akan Harşit çayının farkında olmadan onu da koynuna almış sürüklüyor olmalı. Onları seyrediyorum, dağlardan kopup gelen coşkun derenin sesi kulaklarımda durmadan uğulduyor. Üzerinde durduğum köprünün beni nereye bağladığını bilmeden bakıyorum gökyüzüne. Mevsim İlkbaharın ilk günleri, ağaçlar yeni tomurcuklanıyor, yağmur alabildiğine rüzgârla birlikte eserek yüzüme kamçı gibi vuruyor, acısı gözlerimi yaşartıyor. Köprünün üzerinde bir adam, yorgun yorgun şehre giriyor. Köprü ve çevresi tenha, sol kenarda yaprakları açmak üzere olan ceviz ağacının altında ki kulübede bir polis nöbet tutuyor. Harşit çayı bir kez daha üzerinden geçenlerin çoğalmasını bekliyor. Seneler soluk soluğa akıp gidiyor bu köprünün altından, köprü hem altından, hem üstünden akanlara bakarak ağlıyor. Sırtını ezerek geçen bir kamyonu daha atlatmanın buruk sevinci içerisindeki köprü çayın gölgesini sürüklüyordu….