ESKİ RAMAZANLAR
Üç kıtaya yayılan Osmanlı İmparatorluğu'nda, ramazan ayı her zaman önemli bir yere sahipti. Coşkuyla karşılanan ramazanda iftara gelen misafirlere verilen diş kirasından borçluların borçlarını sildirmeye kadar birçok gelenek vardı. İşte 'Nerde o eski ramazanlar! Dediğimiz Osmanlı'daki ramazan gelenekleri. İşte Ramazan manasına uygun en güzel şekilde böyle yaşanıyordu. Aç kalmak için ya da alem beni işte görsün mantığında değil, hakikaten hakkı için oruç tutmanın fazilet ve bereketini Allah cümlemize nasip eder diyoruz. Gazetemiz Muhabirlerinden Tarihçi-Yazar Serhat Doğan, eski ramazanları derledi.
Hilali Müjdeleyene 150 Kuruş!
Osmanlı İmparatorluğu döneminde ramazan ayının ne zaman başlayıp biteceği şimdiki gibi aylar öncesinden belli olmazdı. Astronomi bugünkü kadar gelişmediğinden ramazanın başlangıcını belirlemek için insanlar açıklık yerlerde gökyüzünü takip ederek yeni ayın doğuşunu beklerlerdi. Yüksek yerlere gönderilen devlet görevlilerinin veya halktan bazı insanların hilalin göründüğünü bildirmesiyle ramazan başlardı. Hilali görmek yetmezdi, şahit de istenirdi. Hilali görenler hemen şahitlerini de bulup mahkemeye giderek durumu bildirirlerdi. Bu konuda iki kişinin şahitliği gerekirdi. Durum araştırılır, denilen doğru çıkar da ramazanın başladığına veya bitip de bayram olduğuna karar verilirse haberi getirenler ve şahitler de yüklü miktarda ödül alırlardı. İftar ve sahur vakitleri de güneş ve ayın hareketlerine göre belirlenirdi.
Ramazan Hazırlıkları
Eskiden, 'Üç Aylar' dediğimiz vakitten itibaren, gelecek hatırlı misafir için hummalı bir hazırlık başlardı. Şehir ve köylerde ramazan ayı yaklaşınca herkes ramazan hazırlığı yapardı. Mutfakların eksiği tamamlanır; evler, câmiler ve sokaklar temizlenirdi.
"Silin Borçlarını..."
Osmanlı'da ramazan günlerinde zenginler, hiç tanımadıkları yerlerdeki bakkal, manav gibi dükkânlara girer, onlardan Zimem defteri denilen veresiye defterini çıkarmalarını isterlerdi. Baştan, sondan ve ortadan rastgele sayfaları seçerek "Silin borçlarını… Allah kabul etsin" der, borçları sildirdi. Borcu ödenen, borcunu ödeyenin kim olduğunu; borcu sildiren, kimi borçtan kurtardığını bilmezdi.
Osmanlı'da İftar Sofrası
Osmanlı'da ramazan sofraları iki aşamalı kurulurdu: Birinci aşama 'İftariye' denilen ilk fasıl, ikincisi de yemeklerin yendiği ikinci fasıl. İftariye, açlığın verdiği hızla yemeklerin birden tüketilmesini önlemek üzere tertiplenmiş hafif atıştırmalıklar sofrasıdır. Küçük tabaklarda ve sahanlarda reçeller, peynirler, zeytinler, hurmalar ve benzeri yiyeceklerden teker teker alınır. İftariyelikler bittikten sonra bir anda kaldırılır. O sıra akşam ezanı okunurken isteyenler ezanla gelen sese uyarak akşam namazını kılar. Sonra yeniden hazırlanmış olan sofranın başına oturulurdu.
İftara Gelene Diş Kirası
Osmanlı'da ramazanda halk, eşine-dostunu iftar da ağırlamaya ayrı bir önem verir, misafir ağırlamak için çırpınırlardı. Ramazan boyunca, iftar vakitlerinde kapılar açık tutulurdu. Böylece yolda kalan ve ihtiyacı olan herkes istediği eve girer, iftar sofrasına dâhil olurdu. Bunun için tanıdık olmaya gerek olmadığı gibi iftar için gelenin kim olduğu da asla sorulmazdı. İftarın ardından ise ev sahibi, yemeğe gelen misafirlerine diş kirası ismi altında hediyeler sunardı. Özellikle fakir konuklara, altın ve gümüş akçeler verilirdi.
Tekne Orucu
Tekne orucu, âlimlerin küçük yaşta çocuklara oruca alıştırmak ve onlara İslâmî bir kimlik kazandırmak için önerdikleri tenkiye orucunda dayanır. Tam gün oruç tutamayacak çocuklara öğle vakti oruçları açtırılırdı. İlk defa oruç tutacak çocuklara hediyeler verilirdi.
Cerre Çıkmak
Cerre çıkmak, ramazan geleneklerinden birisiydi. Osmanlı Devleti'nde medreselerde yaz tatilleri 'Üç Aylar'da verilirdi. Bu tatillerde seçilmiş medrese talebeleri hem kendi bilgilerini pekiştirmek hem de dinî konularda halkı aydınlatmak için imparatorluğun farklı bölgelerine gönderilirlerdi. Bu gönderme olayına da "cerre çıkmak" denirdi. Medrese öğrencileri için cerre çıkmak, bugünkü üniversite öğrencilerinin staj eğitimleri gibi de anlamak mümkündür. Cerr kelime anlamı itibarı ile kendine çekmek, cezbetmek manasındadır.
Fakire Umut Olan Sadaka Taşları
Sadaka taşları taş bloklardan oluşan, genellikle cami veya türbe köşelerinde bulunan, ortası çukur, bir buçuk-iki metre yüksekliğinde taşlardı. Bu taşlar Osmanlı'da sosyal dayanışmanın bir parçasıydı ve fakirlerin umut kapısıydı. Fakirler dilenmekten, zengin riya ve gösterişten çekindiği için sadakalarını bu taşlara koyar, fakir de gece vakti gelip ihtiyacı kadarını buradan alırdı. Geriye kalanını ise kendisi gibi bir başka fakire bırakırdı.
Arife Çiçekleri
Osmanlı'da bayramların bilhassa çocuklar için ayrı bir yeri vardır. Bayramlıklarıyla sokakta gezen çocuklara arife çiçeği denilirdi. Osmanlı'dan gelen 'Arife Çiçeği' kavramı; bayramdan birkaç gün önce yapılan alışverişin ardından çocukların sabırsızlanarak giysilerini bayramdan bir gün önce Arife gününde giymesine denirdi.
Sahur Eğlenceleri
Osmanlı döneminde ramazan ayı çok renkli geçerdi. İnsanlar gece yaşarken, gündüzleri dinleniyordu. Sahur vaktine kadar Karagöz, meddah, ortaoyunu gibi programlar yapılıyor, yetenekli insanlar hünerlerini sergiliyordu. Sahura doğru ortaya çıkan davul ve mani geleneği ramazan boyunca devam ediyordu.
İstanbul Gecelerinde Temaşa
Her sene Ramazan'ın yirmisini izleyen günlerde Beyazıt Kulesi civarında iftar yapmak âdettendi. Ay karanlığına tesadüf eden bu günler İstanbullu için Adalar'dan Fenerbahçe ve Üsküdar'a kadar seyrine doyumsuz bir grup manzarasının ardından loş karanlıkta karşı kıyılardan yükselen minarelerin kandil ve mahyalarının, gökteki parlak yıldızlara ve denizde ilerleyen vapurların ışıklarına karıştığı bir temaşa vadetmekteydi. Her sene Ramazan'ın yirmisini izleyen günlerde Beyazıt Kulesi civarında iftar yapmak âdettendi. Ay karanlığına tesadüf eden bu günler İstanbullu için Adalar'dan Fenerbahçe ve Üsküdar'a kadar seyrine doyumsuz bir grup manzarasının ardından loş karanlıkta karşı kıyılardan yükselen minarelerin kandil ve mahyalarının, gökteki parlak yıldızlara ve denizde ilerleyen vapurların ışıklarına karıştığı bir temaşa vadetmekteydi. Osmanlı'da Ramazan demek, hayır ve hasenatın bol olduğu; imaretler, aşevleri, darü'z-ziyafeler ve bîmarhanelerinde fakirlerin çokça kollanıp gözetildiği bir ay demekti. 18. ve 19. yüzyılda İstanbul'u ziyaret eden Avrupalı seyyahlar, Avrupa'da adım başı rastladıkları dilencileri, dilenciliğin hoş görülmediği Osmanlı toplumunda neredeyse hiç görmedikleri için şaşkınlıklarını ifade etmişlerdir. İhtiyaç sahibi olup da dilenemeyenler için düşünülmüş bir uygulama olan sadaka taşları, yerleştirildikleri cami veya türbelerin kuytu köşelerinde, veren el ile alan elin hiçbir göze ilişmediği müstesna bir yardımlaşmanın sembolü idi.
Yapılan yorumlardan Gümüşhane Olay Gazetesi sorumlu tutulamaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Tel : (0456) 213 66 63 | Haber Yazılımı: CM Bilişim