MİLLİ ŞEF: İSMET İNÖNÜ
Milli Şef: İsmet Paşa
Tarih birçok insanı farklı şekillerde yazmıştır. Şahıslar içinde bulundukları şartlar ve durumlara göre değil de günümüzden bakılarak yargılanmıştır. Oysa Tarih kişileri yaşadıkları dönemde yaşadıkları olaylar zinciri içerisinde değerlendirir. Günümüzdeki şartlar ile geçmişi kıyaslayarak bir kanıya varmaya çalışmaz. İşte bu durum üzerine bugün sizlerle “ Milli Şef” dönemine olan bazı olayları anlatacağız.
Gazetemiz muhabirlerinden Tarihçi-Yazar Serhat Doğan, İsmet İnönü döneminde meydana gelen ve günümüzde hala konuşulan meseleler ile ilgili ilginç bilgileri siz değerli okurlarımız için derledi.
Para Basılma Meselesi
30.12.1925 tarihli kanun ve buna dayanarak 16.03.1926 tarihli 3322 sayılı kararname Cumhuriyet rejiminin banknot özelliklerini saptamıştı. Bu kararname ile 1,5 ve 10 liralık banknotların ön yüzünde “Cumhuriyeti musavver bir timsal”, 50,100, 500 ve 1000 liralık banknotların ön yüzünde ise “Reisicumhur Hazretlerinin resmi”nin bulunması karar alınmıştı. İnönü Cumhurbaşkanı olduktan sonra, Atatürk’ün sağlığı döneminde çıkarılan bu kanuna uyularak yeni paralar bastırıldı. Cumhuriyetin ilk kâğıt parası 5 Aralık 1927 tarihinde piyasaya sürüldü. Eski harfli birinci sürüm kâğıt paraların, planlandığı gibi çıkarıldıktan 10 sene sonra 1937 yılında değiştirilmesi gerekiyordu.
1937 ve 1938 yıllarında yeni sürüm 5, 10 50 ve 100 liralıkları tedavüle verildikten sonra Atatürk'ün ölümü ve yerine İsmet İnönü'nün geçmesi üzerine 2. sürüm’e geçiş işi değişikliğe uğradı. 1939 senesinde tedavüle verilen 500 ve bin liralıkların planlanan miktarının bir kısmı aynı klişe ve renklerde olmasına rağmen Cumhurbaşkanı olarak İnönü'nün resimleri ile yeniden bastırılıp piyasaya verildi.
1939 senesi Eylül ayında Avrupa'da patlak veren savaşın genişlemesi ve daha ileri boyutlara varması ihtimalinin uzak olmadığını değerlendiren Merkez Bankası, hükümete başvurarak banknot mevcutları ve ihtiyatları üzerinde hazırlık yapılması ve bozuk para ihtiyacını gidermek için ufak kesik basılması için izin istedi. Gelen olumlu cevap üzerine tedavülde bulunan banknotları basmış olan Thomas De La Rue'dan telgrafla bir teklif istendi ve matbaaya sipariş verildi
Mesele Tamamen Yasaldı
2. sürüm banknotlarda Atatürk ve İnönü’nün portrelerinin beraber olmasının nedeni ise şudur:
2. Emisyon banknotlar 1937 yılında piyasaya sürüldüğünde Cumhurbaşkanı Atatürk olduğu için tüm banknotlarda Atatürk’ün portresi vardır. 1938 yılında Atatürk vefat ettikten sonra İsmet İnönü cumhurbaşkanı olduğu için kanun gereği banknotlarda İnönü’nün portresi kullanılmıştır. Örneğin Atatürk’ün portresinin olduğu 500 ve 1000 Türk liralarının 2. tertibi olan İnönü portreli 500 ve 1000 Türk liraları 18 Kasım 1941 tarihinde piyasaya sürülmüştür ve her iki 500 ve 1000 Türk liraları da 24 Nisan 1946 tarihine kadar beraber kullanılmıştır.
Türkçe ezan uygulamasına geçiş
1931 yılının Aralık ayında, Mustafa Kemal Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı döneminde İsmet İnönü'nün başbakanlığı döneminde dokuz hafız, Dolmabahçe Sarayı’nda ezanın ve hutbenin Türkçeleştirilmesi çalışmalarına başladı.
Kur'an’ın Türkçe tercümesi ilk kez 22 Ocak 1932 tarihinde İstanbul’da Yerebatan Camii’nde Hafız Yaşar (Okur) tarafından okundu.[1]Bundan 8 gün sonra, 30 Ocak 1932 tarihinde ise ilk Türkçe ezan, Hafız Rıfat Bey tarafından Fatih Camii’nde okundu. 3 Şubat 1932 tarihine denk gelen Kadir Gecesi’nde de, Ayasofya Camii’nde Türkçe Kuran, tekbir ve kamet okundu.[3]18 Temmuz 1932 tarihinde Diyanet İşleri Riyaseti, ezanın Türkçe okunmasına karar verdi. Takip eden günlerde, yurdun her yerindeki Evkaf Müdürlüklerine Türkçe ezan metni gönderildi. 4 Şubat 1933 tarihinde, müftülüklere ezanı Türkçe okumalarını, buna uymayanların kati ve şedid (kesin ve şiddetli) bir şekilde cezalandırılacaklarını bildiren bir tamim gönderildi.
.1941 yılında çıkarılan 4055 sayılı kanunla Türk Ceza Kanunu'nun 526. maddesine bir fıkra eklenmiştir. Değişikliğe göre, Arapça ezan okuyanlar ve kamet getirenler, üç aya kadar hapsedilecek ve 10 liradan 200 liraya kadar para cezası ödeyeceklerdi.
Atatürk İle Anlaşamadığı Mesele Çoktu
Doğu toplumlarının karakteristik bir devlet geleneği belki de emir komutanın her kademe kusursuz bir işleyiş gösteriyor olmasıdır. İster krallık isterseniz Halkın kendi kendini yönettiği sistem olsun bir üst makamdaki size ne derse emir telakki ediliyor. Aslında bunun en güzel örneğini bugün ki siyasi ortamda yaşıyoruz. Parti başkanlarının bırak demesi yetiyor. Bunun bir benzeri de İnönü ve Atatürk arasında yaşanmıştı.
Aslında pek çok meselede karşı karşıya geliyorlardı. 1937 senesinde Atatürk ismet paşayı başbakanlıktan aldığında masada duran mesele Hatay meselesiydi. İsmet Bey Hatay meselesine Atatürk kadar sıcak bakmıyordu. Meclis gündeminde bu tartışmalar sürerken İsmet Bey’in Atatürk için “ Memleket masa başından idare edilmez” söylemi belki de Atatürk’ün ondan istifasını istemesine sebep olacaktı.
Kaleme aldığı 25 Ekim 1937 tarihli istifa dilekçesinde, “Başvekâletten istifamı yüce huzurlarına takdim ederim. Vazife esnasında daima mazhar olduğum yüce irşad ve müzaheretlerinize (yardımlarınıza) minnet ve şükranlarımı arzeder ve cihandeğer (dünyalara bedel) teveccühünüzü benden esirgememenizi, derin tâzimlerimle ve sarsılmaz bağlılığımla dilerim Büyük Şefim” ifadelerini kullanıyordu.
Şahsi hukukları ileri boyuttaydı
Her ne kadar devlet meseleleri ile ilgili hususlarda birbirleri ile anlaşamıyor olsalar da birbirleri ile olan şahsi muhabbetleri kimseyle olmadığı kadar ileri seviyedeydi. Yani ordu yıllarından başlayan arkadaşlıkları büyük bir milli mücadele ile devam etmiş ve birlikte pek çok meselenin üstüne gitmişlerdir. Mustafa Kemal Atatürk’ün İsmet Paşa’yı görevden almasının ardından ismet paşa öel bir mektup kaleme alır ve bu mektupta duygularını paşaya anlatır. Mektupta, “beni sevmediğin devirde de sana ‘Emeklerim boş değilmiş’ dedireceğim. Belki fikri anlatamadım. ‘İsmet’e verdiğim emekler boş imiş’ dedirmiyeceğim sana” ifadeleri ile duygularını ifade ediyordu.
Varlık Vergisi
Türkiye'nin izlemiş olduğu dış siyaset, savaşın sonuna doğru, bu nedenlerden dolayı, müttefik devletler üzerinde olumsuz izler bırakmış ve tepkilere yol açmış bulunuyordu. Ancak savaş dönemi boyunca, Türkiye'ye karşı suçlamalarda bulunulmasına neden olmuş ve uluslararası siyasi alanda yankılanmış daha başka uygulamalar da vardır ki bunlardan biri Varlık Vergisi’dir. Varlık Vergisi, Türk toplumsal yaşamında olumsuz izler bırakmış olduğu gibi, dış siyasi ilişkilerde de önemli sonuçlar doğurmuştur. Bunun yanı sıra, Varlık Vergisi, Tek Parti Yönetimi'nin siyasi esin kaynaklarının "Milli Şef" kavramı altında uygulamada ne boyutlara ulaşabileceğini de kanıtlayan önemli bir olgudur.
Varlık Vergisi'ni mükelleflere uygulamak üzere, Bakanlık ilgili yasanın 7. maddesi uyarınca, her il ve ilçede mülki amirlerin başkanlığında komisyonlar kurdurmuştur. İl merkezlerinin büyüklüğüne göre birden fazla komisyon kurmak mümkün olmaktadır. Örneğin İstanbul ve İzmir'de üçer komisyon oluşturulmuştur.161 Bu komisyonlarda, Gayrimüslimlerden, Müslümanlara oranla en az iki en çok üç kat fazla vergi alınacağı belirlenmiştir. Müslüman grup içinde yer alanların kazanç vergilerinin bir ile üç katı vergi ödemesi kararlaştırılırken, Ankara'dan gelen bir emirle, Gayrimüslim gruptan olanların vergisi 5-10 kat artırılmış, dönmelerin ise, Müslümanların vergisine oranla iki kat fazla ödemeleri istenmiştir. Bu değerlendirme komisyonları çoğunlukla CHP üyeleri tarafından oluşturulmaktadır.
Ayrıca komisyon üyelerinin tamamının Müslüman Türklerden oluşturulması, dikkat çekici bir başka özelliktir. Varlık Vergisi'nin bu özelliği nedeniyle Batılı yazarlar, tümüyle Müslümanlardan oluşmuş, yerel vergi komisyonlarını "fanatizm" ile suçlamışlardı. Bu suçlamalara 1942 yılında Tek Parti Yönetimi'nin Nazi Almanya’sını anımsatan ırkçı eğilimlerinin büyük ölçüde katkısı olduğu da bir gerçektir.
Varlık Vergisi tarhiyatı vergi dairelerindeki ilan tahtalarına asılan listelerle duyurulmuştur. Böylece basında ve kamuoyunda 15 günlük süre içinde haber ve söylentiye dayanan Varlık Vergisi tarhiyatı gerçeklilik kazanmıştır. En yüksek vergi, iki milyon lira ile gemi armatörü Berzilay ve Binjamen kampanyasına tahakkuk ettirilmiştir. İkinci sırayı ise bir buçuk milyon lira ile Bezmenler almıştır. Bu biçimde azınlıklara yönelik olağandışı vergi oranlarının ortaya çıkmasıyla, kamuoyunda tartışmalar ve ilgili maddenin varlığına karşın itirazlar birbirini izlemiştir.
Verginin 15 günlük süre içinde nakit olarak ödenmesi zorunluluğundan doğma ve mükelleflerin para aramaları sonucu, dönemin gazetelerinde sık sık azınlık vatandaşlara ait gayrimenkul satış ilanlarına rastlanmaktadır. Çünkü vatandaşların ödeyecekleri vergileri gösteren ilan listelerinin ilk başında bir milyon liranın üstünde ödeme yapacak 11 mükellefin 9'u 'gayrimüslim', diğer ikisi de 'dönme' vatandaşlardır.
Hükümetin almış olduğu tüm önlemlere karşın, azınlık vatandaşlara mensup önemli bir kitle, vergisini ödeyememiştir. Varlık Vergisi Kanunu'nun 12. maddesi uyarınca vergisini ödeyemeyenlerin borçları "icra-haciz" ve "zorunlu çalıştırma" yolu ile tahsil edilecektir. Zorunlu çalıştırma sınırlı sayıda mükellefe uygulanmıştır. Söz konusu verginin tarhiyatının ilanından hemen sonra basında zorunlu çalışma ile ilgili haberler çıkmaya başlamıştır. Sonunda vergisini ödeyemeyenlerin çalışacakları yerler belli olmuştur. Bunlar: Aşkale, Deveboynu Geçidi, Van ve civarı, Erzurum, Zigana Dağı, Bitlis, Elazığ, Kop Dağı, Diyarbakır, Siirt ve Palu'dur. Bu kamplara ise, yalnızca 'gayrimüslim' vatandaşlar gönderilmiştir. CHP İstanbul İl Başkanı Suat Hayri Ürgüplü ‘nün Müslüman mükelleflerin de zorunlu çalışmaya gönderilmesini istemesine karşın, Müslüman kesimden hiç kimse çalışma kampında zorunlu çalışmaya alınmamıştır. Yalnızca Feridun Paşa ve Mehmet Ali Kızan gibi birkaç Müslüman vatandaş çalışma kampına alınmış ise de hemen bırakılmıştır.
Yapılan yorumlardan Gümüşhane Olay Gazetesi sorumlu tutulamaz.
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Tel : (0456) 213 66 63 | Haber Yazılımı: CM Bilişim