• BIST 9659.96
  • Altın 3002.717
  • Dolar 34.5123
  • Euro 36.1711
  • Gümüşhane : -2 °C
  • Trabzon : 7 °C

GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ŞENLİK VE YAYLA KÜLTÜRÜ

26.07.2018 13:12
GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE ŞENLİK VE YAYLA KÜLTÜRÜ
Gazetemiz muhabirlerinden Tarihçi-Yazar Serhat Doğan, en eski Türklerden günümüze kadar devam eden yaylacılık geleneğini siz değerli okurlarımız için derledi.

Geçmişten Günümüze Yaylalar

Peş peşe gelen yayla şenlikleri aslında günümüzün bir şenlik geleneği değil. Yayla ve yaylacılık kültürü aslında en eski Türk kavimlerinden bugüne kadar süregelen bir geleneğin, bir yaşantının devamıdır. Gazetemiz muhabirlerinden Tarihçi-Yazar Serhat Doğan, en eski Türklerden günümüze kadar devam eden yaylacılık geleneğini siz değerli okurlarımız için derledi.

Yaylacılığın Temeli

 Yayla kelimesi eski Türkçede yaz manasına gelen “ yay” kelimesi ile hayvanları otlatmak manasına gelen “ yaymak” mastarından türetilmiştir.

Orta Asya’nın sert coğrafi koşulları bölge halklarının belirli bir yerde mevsimsel olarak kalmalarına el vermiyordu. Yaz aylarında daha sulak ve serin yerlere kış aylarında ise daha sıcak yerlere iniyorlardı. Bu durum hem hayvanların hem de insanların yaşantısı için önemli bir faktördü.  Bu hayat tarzı İslamiyet’in kabulü öncesinde Türk toplumunun yaşayış tarzını belirlediği gibi her türlü folklorik değerin içerisinde de kendisine yer bulmuştur. İslamiyet öncesinde Türkler Gök Tengri dini ile birlikte “Atalar kültü” dediğimiz bir başka inanca inanmakla birlikte aynı zamanda tabiat kuvvetlerine de inanmaktaydılar. Nehirlere, ağaçlara, bitki ve hayvanları totemleştirerek bunlara inanan Türk kabileleri mevcuttu.

En Temelde Doğaya Olan Sevgi Var

Türk kabileleri içerisinde İslamiyet kabulü öncesinde tabiat varlıklarının en güçlü olduğu boy Hiç şüphesiz Oğuzlardır. Oğuz Kağan destanında oğuz boyunun türeyişi anlatılırken efsane aynen şu şekildedir ; “ Oğuz kağan, ava gider. Bir gölün ortasında, önünde bir ağaç ve ağacın oyuğunda bir kız vardır. Kız muhteşem bir güzelliğe sahiptir. Saçları akarsular gibi, gözleri maviydi ve inci gibi dişleri vardır. Oğuz kağan bu kızı alır ve “gök”, “dağ”, “deniz” adında üç oğlu olur. Günlerden bir gün gökten mavi bir ışık düşer. Bu ışık, güneş ya da aydan daha parlaktır. Oğuz Kağan yaklaşır ve bu ışığın ortasında bir kız olduğunu görür. Kız olağanüstü güzelliktedir. Başının tepesinde, sanki kutup yıldızı gibi ateşten bir ışık demeti vardır. Oğuz kağan kızı görünce sever ve onu alır. “gün”, “ay”, “yıldız” adında üç oğlu olur”  işte böylelikle oğuz Boyları oluşmuştur.

İşte bu kültür ile büyüyen Türk kabileleri yılın belli dönemlerinde Orta Asya’da inanç merkezi olarak kabul ettikleri yaylalara çıkarak burada eğlenceler düzenledikleri ve Tengri ’ye adaklar adadıklarını görmekteyiz. Bu merkezlerin en bilinenlerinden biri Saymalıtaş bölgesidir.

Yaşam tarzı

Bununla birlikte öz kültürümüze yerleşmiş olan doğa Türkler için bir yaşama biçimi haline gelmiştir. Başlangıçta büyük hayvan kitlelerine sahip olan Türkler, “çadır-köy” veya “çadır-şehir” halinde, otları bol ve karı az olan, güneş gören bir yeri seçer ve oraya konarlardı. Bu şekilde konaklamaları, daha sonra Selçuklu ve Osmanlı çağında da görülmektedir. Bu yaşantı Türklerin kitleler halinde yerleşik hayata geçmesi ille son bulmamış bugüne kadar devamlılığını sürdürmüştür. Ancak İslamiyet’in kabulü ve Türklerin Anadolu’ya gelişi sonrasında bir takım değişiklikler meydana gelmiştir. İnanç gereği olarak dinsellik bu kültürden çıkartılmıştır. Yerleşik düzene geçmenin sonucunda da yaylak kışlak hayatında da kısmi olarak azalma görülmüştür. Büyük Şehirlere yerleşen ya da şehir kuran obaların Kışlak hayatı bitmiştir. Ancak köy olarak devam edenler Yaylak- Kışlak hayatına devam etmişlerdir.

Büyük Selçuklu devletinin büyük Türkmen obalarını sistemli olarak Anadolu coğrafyasına yönlendirmesi sonucunda Türk obaları oluk oluk Anadolu coğrafyasına gelmeye başlamışlardır. Bu durum Anadolu Coğrafyasında ki demografik yapıyı değiştirmekle beraber Türklerin bölgede Devletleşmesini de sağlamıştır. Gelen bu büyük göç dalgasında bulunan Türkmenler hayatlarını devam ettirebilecekleri kırsal alanlara yerleşmişlerdir. Şehirler çok tercih edilmemiş hatta başlangıçta şehirlerden hep uzak durulmuştur.

Anadolu’da Yaylacılık

Türkler Yaylak Kışlak hayatı şeklindeki yaşamlarını Anadolu’ya getirmişlerdi. Başlangıçta bu hayat tarzını devam ettirmişlerdir. Ancak Anadolu’da meydana gelen tarihi değişim içerisinde büyük bir çoğunluğu bu hayatı terk ederek yerleşik hayata geçmişlerdir. Bununla birlikte bir kısım Türkmen obası da bu durumu devam ettirmişlerdir. Bu şekilde yaşayanlar için ilk resmi kayıtların Anadolu Selçuklu devletinde tutulduğunu görmekteyiz. Başta Yörük Türkmen oymaklar olmak üzere, yaylalardan yararlanan yarı-göçebe köy topluluklarından yaylak resmi ve kışlak resmi adı altında vergi alınmaktaydı. Duruma göre yılda bir kez; bazı yörelerde sürü başına, bazı yörelerde ise koyun ve keçi başına alınıyordu. Hatta yaylak alanları ile kışlak alanları ve bunlar arasında gidilip dönülecek yollar, resmi tahrir defterlerinin ilgili sayfalarında gösteriliyordu.

Osmanlı Döneminde ise “reaya’nın” yani halkın önemli bir kısmı şehirlerde yaşamaktaydı. Ancak büyük bir kesimde yaylak-kışlak hayatı yaşamaktaydı. i. En temel ekonomik faaliyeti hayvancılık olan konar-göçerler, yerleşik halk gibi devletin idari, mali ve hukuki bir organizasyonu içinde idiler.

Osmanlı Devletinde Anadolu ve Rumeli Coğrafyasında bu şekilde hayatlarını devam ettiren guruplara “ Yörük” ve “Türkmen” denilmekteydi. Yerleşik reaya şehir ve köylerde yaşayıp daha çok ticaret, zanaat ve ziraat işleri ile meşgul oluyorlardı. Konar Göçerler ise çadırlarda yaşayıp daha çok hayvancılık ve dericilik faaliyetleri ile ilgileniyordu. Selçuklu döneminde ordunun ağırlıklı kısmı iken Osmanlı döneminde ordu içerisinde çok etkin değillerdi. Yaylak-kışlak arasında sürekli hareket etmek üzerine kurulu bir hayat tarzına sahiptirler. En önemli geçim kaynağı hayat tarzını şekillendiren hayvancılıktır. Tıpkı yerleşik halk gibi mali bakımdan vergi veren reaya konumundaydı. Hayvancılık vergisi dışında kısmen ziraatle uğraştıkları için ziraat vergisi de ödemişlerdir.  Osmanlı idari (hukuki) ve mali sistemi içinde kayıtlı olan konar-göçer teşekkülleri, yaylak-kışlak mahalleri tapu tahrir defterlerine kaydedilmiştir. Sürülerini başka tımar sahibinin tımarında otlatan veya miri yaylaklarda yaylatan sürü sahiplerinden ya da konar-göçerlerden alınan vergiye “yaylak resmi (vergisi)” denilmekteydi. Resm-i yaylak tabiri yerine resm-i otlak ismi de kullanılmıştır.

Yayla Kanunları

Türkiye'de arazi hukukunu genel olarak ilk düzenleyen 1858 tarihli Kanunname-i Arazi'de mer'a ve yaylaklar dolaysız bir şekilde düzenlenmiş, Medenî Kanun'da ise bu konuda dolaylı bazı esaslar yer almıştır. Cumhuriyet döneminde yaylak, kışlak ve meraların hukuki statüsü genel veya özel değişik kanunlarla düzenlenmiştir. Bu kanunlar şu şekildedir:

-1924 tarihli Köy Kanunu

-1927 tarihli Muhasebe-i Umumiye Kanunu

-1934 tarihli Tapu Kanunu

-1945 tarihli Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu

-1970 tarihli İskan Kanuna ekler

-1973 tarihli Toprak ve Tarım Reformu Kanunu

-1998 tarihli 4342 sayılı Mera, Yaylak, Kışlak, Otlak, Çayır Kanunu

Belki Karadeniz bölgesinde bu günlerde peş peşe kutlanan yayla şenlikleri insanlar için sadece eğlence amacı olabilir. Ancak bugün Toroslarda yaşantısını devam ettiren Türk obaları için yayla hala bir yaşam biçimidir.

 

 

Yapılan yorumlardan Gümüşhane Olay Gazetesi sorumlu tutulamaz.

UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Bu habere henüz yorum eklenmemiştir.
Diğer Haberler
Tüm Hakları Saklıdır © 2013 Gümüşhane Olay | İzinsiz ve kaynak gösterilmeden yayınlanamaz.
Tel : (0456) 213 66 63 | Haber Yazılımı: CM Bilişim